MÜSİAD GENEL BAŞKANI ABDURRAHMAN KAAN, PERAKENDE GÜNLERİNDE MURAT KOLBAŞI'NIN SORULARINI CEVAPLADI

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Abdurahman Kaan, İstanbul Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen Perakende Günleri'nde TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski ile birlikte "Rekabet Gücü Yüksek Türkiye" konulu oturuma katıldı. Moderatör Murat Kolbaşı'nın sorularını cevaplayan Başkan Kaan, gündemdeki ekonomik gelişmelere ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

Başkanım MÜSİAD tam 30 yılı doldurmuş 12 kişi ile kurulmuş değerli etkin bir STK’mız, siz bize MÜSİAD’ın organizasyonundan ve rekabet gücümüze olan katkısından bahseder misiniz lütfen; 30 yılı sizden 3 dakikada dinleyebilir miyiz?

MÜSİAD, 1990 yılında, İstanbul’da küçük bir ofiste, 12 idealist, ülkesini seven iş insanı tarafından kuruldu. Bugün, kardeşlik temelinde yükselen, ülkemizde ve dünyada söz sahibi olmuş, ülkemizde ve dünyada toplam 225 noktada faaliyetlerini yürüten, 11 bini aşkın üyesiyle, 60 bini aşkın işletmeyi temsil eden güçlü bir sermaye platformu.

Bizler, dünyada yaşanan değişim ve dönüşüme ayak uydurmak ve ötesinde, ülkemizin, söz sahibi ülkeler arasında yer alabilmesi için ihtiyaç duyulan dönüşümü, öncelikle kendi bünyemizde gerçekleştirdik. “Tazelenme” adını verdiğimiz bu değişim sürecini, MÜSİAD bünyesinde oluşturduğumuz, her biri birbirinden önemli adımları içeren marka ve projelerimizle ülkemizi geleceğe daha güçlü taşıyabilmek adına hayata geçirdik.  

MÜSİAD olarak yeni dönemde, “ekonomide birleştirici güç” olma anlayışıyla yola çıktık.

Türkiye'nin "2023 Vizyonu" doğrultusunda, küresel ölçekte meydana gelen siyasi, ekonomik ve teknolojik gelişmelere uyum sağlamak amacıyla, yönetim modelini modern bir anlayışla yeniden kurguladık. “Tazelenme” kapsamında MÜSİAD, sermayeyi daha aktif, daha katılımcı ve tabana yayarak daha güçlü kılma prensibiyle hareket ediyor.

Dolayısıyla bu adımı, ülkemizin rekabet gücünü daha da artırabilme noktasında son derece önemli buluyoruz.

Pandemi döneminde Dünya’da birçok değişim oldu, tedarik ve değer zincirlerindeki değişimleri dikkate alırsak Türkiye’nin küresel rekabet gücünü arttırmak için hangi alanlara ve sektörlere odaklanmalıyız, yurt dışında neler yapmalıyız, MÜSİAD’ın yurt içi ve yurt dışı projelerini sizden dinleyebilir miyiz?

2019 yılında yaşanan krizin olumsuz etkilerinden sonra, 2020 yılı perakende sektörü için umut dolu başlamıştı. 2020 yılına hızlı başlayan sektör, hedeflerinin ve beklentilerin ötesinde bir yıl öngörüyordu. Tüm ezberleri bozan Covid-19 pandemisi ile yılın devamında beklenen ivme yakalanamadı. Perakende sektörü için, Covid-19 pandemisi ilk olarak küresel bir tedarik zinciri krizi olarak başladı. Uzak doğulu tedarikçiler, perakende sektöründe birçok oyuncu için birincil üretici veya hammadde tedarikçisi konumunda. Çin’de başlayan ve kısa sürede tüm uzak doğuya yayılan salgının etkisinde kapanan fabrikalar, üretimde yaşanan aksamalar, sınırların kapanması ve ithalatın neredeyse durma noktasına gelmesi ile tedarik zincirinde yaşanan dalgalanmalar kaçınılmaz bir hâl aldı.

Pandemiyi, diğer küresel tedarik zinciri risklerinden ayıran en önemli özellik, küresel yayılma sürecinin hızlı oluşudur. Bu durum, pandemi sonrasında oluşan arz yönlü şoka, talep ve lojistik altyapısındaki aksaklıkların da eklenmesine yol açmaktadır.

Pandeminin hızla farklı coğrafyalara yayılması neticesinde, bu coğrafyalardaki üretim faaliyetlerinin durması, küresel talebi iki açıdan etkilemiştir. İlk olarak, klasik anlamıyla, nihai mallara olan talep, ekonomik birimlerin koruyucu tedbirleri veyahut işsizlikte yaşanan artış vb. sebeplerle dalgalanmalar göstermiştir. Bazı ürünlere olan talep artarken, bazı ürünlerin talebi azalmıştır. İkinci ve daha önemli olarak ise, gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan üretim kesintileri, küresel tedarik zincirinin her bir aşamasındaki siparişlerde de dalgalanmalara yol açmıştır.

Covid-19 virüsünün hızla yayılması nedeniyle alışveriş merkezleri ve mağazaların kapanması perakende sektörünü önemli ölçüde etkilemiş durumda. Mevcut durum özellikle cirolarının önemli bir kısmını müşteri trafiğinden elde eden gıda dışı perakende sektörü için büyük zorluklar yaratıyor. Tedarik zinciri, insan kaynakları ve mağaza operasyonlarında oluşan problemleri çözmek ve salgın sonrası sürece sağlıklı bir şekilde geçiş yapabilmek için hem mağaza içi hem de mağaza dışında önlemler almak gerekebilir.

Gıda dışı perakende sektöründe mağazaların kapanması, gıda perakende sektöründe ise sosyal mesafe uygulamaları nedeniyle tüketiciler alışverişlerini ağırlıklı olarak e-ticaret kanallarına yöneltmiş durumda. Firmaların e-ticaret ciroları rekor seviyelere ulaşsa da bu kanalın normal dönemde fiziksel kanallardan elde edilen ciroya ulaşması çok mümkün görünmüyor. Bunun sebebi olarak ise, Covid-19 sürecinde kişisel güvenliklerini önceliklendiren tüketiciler daha seyrek alışveriş yapıyor, kişisel güvenlik ihtiyacı düşen harcama trendinin itici güçlerinden birisi olarak ön plana çıkıyor.  Bu nedenle harcama yapmak yerine birikim yapmayı tercih ediyorlar. Dolayısıyla toplam ticarette önemli bir yere sahip olan mağaza formatının gerekli önlemlerle yeni döneme hazırlanması krizi atlatma adına kritik önem taşımaktadır.

Biz MÜSİAD olarak zaten yeni dönemde proje bazlı Komite sistemine çoktan geçmiştik. Çünkü yeni dünya düzeni hızlı ve proaktif projeler ile teşvik mekanizmalarının verimli kullanılması ve bu sayede etkin bir sermaye stokuna kavuşma zorunluluğu getirmektedir. Ülkemiz maalesef sermaye stoku adına güçlü bir ülke değildir. Bu durumda hem sermaye verimliliğinin sağlanamaması hem uygun proje-destek ya da teşvik sistemlerinin kurulamaması hem de şehirlerin bölgesel avantajlarına uyumlu projelerin geliştirilememesinin rolü büyüktür. Ancak burada bir hususa daha değinmeden geçmek istemiyorum ki Türkiye’de sermaye yapısındaki dağınıklık ve ayrılma sağlam ve sürdürülebilir sermaye stokunun önündeki engellerden biridir. 

Pandeminin ilk dönemlerinde ne oldu hatırlayalım?  Sermaye, mal ve insan hareketliliği neredeyse durma noktasına geldi ve ülkeler “kendi kendine yetebilme” kuralı ekseninde içe kapandılar. Bu da küreselleşmenin ser kurallarını bir kez daha revize etme gereğini ortaya koydu ve great reset yani büyük sıfırlama denen kavram konuşulmaya başlandı. Neydi büyük sıfırlama?

1. Üretim-ticaret-yatırım senkronizasyonunda her ülkenin öncelikle kendi kaynaklarını öncelemesi
2. İhracat kalemleri ve miktarlarının ancak iç talebin belli ve uzun dönemli hesaplanması sonrası yapılması
3. İthalat bağımlılığının minimize edilmesi
4. Ülkelerin doğal kaynaklarının başta su olmak üzere maden ve türev enerji kaynakları hakkında uzun vadeli politikalarını revize etmeleri
5. İklim değişikliğinin doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkacak kuraklık ve onun neticesinde yaşayacağımız gıda fiyatlarındaki artışın oluşturacağı enflasyonist etki ile baş edebilecek planların yapılması
6. Olası salgın ve felaketler karşısında üretimin durmaması ya da aksamanın geçici olması için sağlam üretim üslerinin kurulması
7. Çin merkezli tedarik ve lojistik sisteminin çeşitlendirilmesi ve Çin’e olan bu yüksek bağımlılığın azaltılması
8. Breton Woods sistemi dediğimiz Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Ticaret Örgütünden oluşan üçlü yapının görev ve yetkilerinin yeniden tartışılması ve gelişmekte olan ülkeler aleyhine yapılan uygulamaların önüne geçilmesi
9. Yaşlanan dünya nüfusu karşısında yeni ve dinamik ülkelerin ön plana çıkması ve onların üretim üsleri haline gelmesi çerçevesinde ekonomik planlamalarını revize etmeye başladılar.
10. Pandeminin yaşattığı şok ile ülkelerin ulus ekonomisi sistemlerine daha fazla ağırlık vermesi.  

İşte yukarıda saydığım bu 10 madde ile artık yerli ve milli sermaye ve sanayileşme politikalarımız, bizi 2023 ve sonrası hedeflere taşıyacak yegâne eksendir. Bu bağlamda bizler geniş bir örgütlenme ağının verdiği avantajı elbette proje üretimi ile verimli hale getirdik ve pek çok yeniliğe imza attık. 

Ekonomik olarak sıkıntılı geçen 2020 yılında, Türkiye’nin en önemli fuarlarından birini gerçekleştirdik.

Pandemi sonrasında yapılan en büyük fuar olan, hem katılımcı hem ziyaretçilerden yoğun ilgi gören MÜSİAD EXPO 2020’yi geniş bir katılımla gerçekleştirdik ve başarıyla tamamladık.

4 gün süren fuara Avrupa, Asya-Pasifik, Avrasya, Afrika ve MENA ülkeleri başta olmak üzere, 102 ülkeden 15 bine yakın ziyaretçi katıldı. “Küresel Ticaret Burada” sloganıyla fuarımızı  gerçekleştirdik.

MÜSİAD MECLİS çatısı altındaki toplam 23 komitemiz kendi tematik ya da sektörel alanlarına uyumlu projeler ile Anadolu’daki potansiyel yatırımcı ve sanayicileri belli projeler etrafında toplamaya başladılar. 

Bu projeler, Anadolu’daki sermaye gücünü, projelere yatırım yapmak veya ortak olmak adına teşvik etmeye başladı. 

Örneğin Yatırım ve Üretim Üsleri Projemiz ile dar alanlarda üretim yapmakta zorlanan ve bu nedenle ölçek büyüklüğüne erişemeyen küçük ölçekli firmalarımıza tüm ihtiyaçlarının aynı ortamda karşılanacağı bir yaşam ve üretim bölgeleri inşa ederek onları zamanla OSB’lere geçmeye hazır ve kurumsallaşmış firmalar haline getirecek bir model oluşturduk. 

Dünyada ilk on ekonomi arasına girmek için ve her koşulda tekrarlaması muhtemel salgınlar ve afetler için üretim üsleri kurmak zorundayız. Üretim üsleri kurarak, salgın ya da ağır afet durumlarında firmaları, çalışanları ve üretimi korumak, tam kapanma olmadan devam ettirmek mümkün olur.

Biz bu modele kısaca KOBİ KULUÇKA MERKEZLERİ adını verdik. KOBİ’lerin eğitimden barınmaya, sosyal aktivitelerden sanat ortamlarına kadar tüm ihtiyaçlarının aynı yaşam alanında karşılandığı bu model, hem emekçilerimiz hem de üreticilerimiz ve aileleri için güvenli bir üretim ve yaşam alanı oluşturmayı amaçlıyor.

Bu projemiz de merkezden planlanıp Anadolu’ya doğru aktarılan çalışmalarımızdan biri oldu. Aynı zamanda bu projemiz YOİKK kapsamında SBB tarafından devlet himayesi altında proje olarak tescillendi. 

Aynı şekilde Akıllı Tarım Kentler Projemiz ile kırsal kalkınmayı teşvik etmek ve bu şekilde tersine göçü desteklemek ve homojen bir nüfus yapısına kavuşmak adına bir girişim başlattık. 

Bunu bir model olarak Tarım ve Orman Bakanlığı’na sunduk. 

Akıllı Tarım Kentler Modeli ile büyük şehirlere sıkışan nüfusu ve özellikle kadın ve genç girişimleri hedef alan imkânlarıyla, kırsal yaşamı özendirme ve kırsal kalkınmayı destekleme inisiyatifi geliştirdik. 

Bugün Anadolu’daki pek çok üyemiz bu inisiyatifi kendi bölgelerinde uygulamak üzere hazırlık çalışmaları yapmaktadırlar. 

Bunlar gibi daha pek çok projemiz komitelerimiz tarafından üretilip tabana yayıldılar.

Gastro-ekonomi ve Türk Mutfak Sanatları üzerinden Şehirleri Gastro-Turizm alanında markalaştırmak, Karavan Turizmi, Sahra Hastaneleri gibi yapıları çoklu ortaklıklar üzerinden kurmak, ikinci el araç piyasasında güvenli alım platformu oluşturmak, gayrimenkul güvenli alım-satım platformu oluşturmak, 2023 hedefleri doğrultusunda 20 yer 23 lokasyonda seçili KOBİ’leri büyüterek Türkiye ve Dünya Markası haline getirmek. 

Bu ve bunun gibi birçok proje MÜSİAD’ın tazelenme serüveninin meyveleri oldu. 

Türkiye’nin 6 temel stratejisine uygun 6 temel alanda MÜSİAD Markası oluşturduk: 

1. Yenilik yönetimi ve dijital dönüşümün şartlarına uyum adına MÜSİAD INNOVA ( MÜSİAD YENİLİK).  
2. Geleceğin stratejik sektörlerini ve iş modellerini geliştirmek için, MÜSİAD FUTURE (MÜSİAD GELECEK), 
3. Eğitimi bir MÜSİAD ekolü haline getirme ve kurumsal bir kimlik kazandırmak için MÜSİAD AKADEMİ.  
4. Markalaşmanın ve şirketlerin marka değerlerini artırarak Türkiye’den Dünya Markaları çıkarmak ve KOBİ’lerimizin birer büyük ölçekli kurumsal markalar haline getirmek adına  Anadolu firmalarımıza yönelik çalışmaları kapsayan 2023 YER-EL (20 YER 23 EL),  
5. Türkiye’nin yatırım stratejilerinde MÜSİAD Markasının güvenilirlik avantajını, sahasını, yastık altı tasarrufları kitlesel yatırımlara, ortaklıklara dönüştürmek ve yatırım fonları sistematiğini kurmak için MÜSİAD INVEST (MÜSİAD YATIRIM),  

Bizler, birçoğunuzun şahit olduğu üzere çalışmalarımıza aralıksız devam ediyoruz ve edeceğiz. Projeler geliştirmeye, ülkemize, milletimize, doğduğumuz topraklara hizmet etmeyi sürdüreceğiz.

MÜSİAD olarak, kurucularımızın ideallerine ve bu hedeflerimize sahip çıkarken, diğer yandan MÜSİAD geleneğini de sürdürüyoruz.

Bu geleneğin en güzel uygulamalarından biri olan Karz-ı Hasen Sandığı’mız, üyelerimizin teveccühü ile yaralara merhem oluyor, kardeşlik kültürünü güçlendirerek yeni nesillere aktarmamızı sağlıyor.

MÜSİAD gibi iç ve dış sahada geniş bir yaygınlığı olan örgütlenmeler bu diplomasinin aslında ana unsurudur. Biz iki yıl önce ticaret diplomasisi dediğimizde bunu tanımlayan ve şartlarını ortaya koyan bir kitap bile yayınladık. Sonra hem bir kurumun sloganı hem de devletimizin politikalarından biri oldu. Bundan elbette gurur duymaktayız. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz. Şimdi ise yatırım diplomasisi diyoruz. Çünkü yatırım ticaret gibi değildir. Ticaret, kuralları belirli bir işlemdir. Yatırım ise aslında bir karar alma sürecidir. Yatırım, üretim ve ticaret gibi koşulları sınırlı ve mevzuatlar dâhilinde kontrollü gerçekleşen bir eylem değil, bir karar alma prosesidir. Bu nedenle yatırım, üretim ve ticaretten ayrı tutulamayacağı gibi çoklu değişkenler ile yön değiştirebilen bir süreç yönetimidir.  

Marka ve üretim bilgisi gibi ayni değerlerin “yatırımın yerlileştirilmesi” konsepti içinde yeniden ele alınarak milli sermayenin sadece ülke içinde yerleşikler ile sınırlandırılmaması, yabancı her türlü yatırım işleminin şayet ülkeye transaction interest  yani işlem faydası kapsamında girdi sağlıyorsa kabul edilmesi ve bu faaliyetlerin de yatırım kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

Bunun dışında yine bu kavramla bağlantılı olarak yatırım diasporası oluşturmak gelmektedir. 

Yurt dışında yerleşik Türk yatırımcılarımızın ve yerleşiklerin birikim ve yatırımlarını ülkemize yönlendirmesi ve aynı zamanda oradaki yabancı ortaklar ile birlikte hareket ederek üretim alanını Türkiye’ye yönlendirmesi ve Türkiye’yi bir yatırım pazarı haline getirmesi gerekmektedir. MÜSİAD Yurtdışında aktif 225 noktasında kısaca M-TIA dediğimiz MÜSİAD ticaret ve Yatırım ağı sistemiyle hem yatırtın ve yatırımcı bilgisine ulaşmak hem de bu diasporayı ülkeye doğru yöneltmek adına MÜSİAD GLOBAL markası altında çalışmaktadır. 

Buna aslında yabancı yatırımcı avı da diyebiliriz. Çünkü artık yepyeni bir yatırım sistemi söz konusudur. Hem yatırım ticareti hem de yatırımcı taciri. Bu iki farklı uygulamayı birlikte çalıştıran bir ajans sisteminin kurulması artık kaçınılmazdır.

Perakende sektörümüz çok güçlü bir sektör, yurt dışında hızla mağazalaşmaya devam ediyor, Türk markalarının yurt dışında 5000 den fazla mağazası var artık, bu çerçevede neler yapılmalı ki bu güçlü büyüme devam etsin en önemlisi Türk markalarının yurt dışında algısı yükselsin... 

Mevcut durumda küresel tedarik zincirinin temelini Çin ve diğer Uzak doğu ülkeleri oluşturmaktadır. Ancak yaşadığımız salgınla beraber ortaya çıkan durum gösteriyor ki; tedarik zincirinin bir halkasının tamamına yakınının bir ülkeye veya bölgeye bağlı kalması, olası acil bir durumda (örneğin bu salgında yaşadığımız gibi) tedarik zincirinin tamamen kırılmasına yol açabiliyor. 

Örneğin; küresel kimyasal hammadde üretiminin neredeyse yarısı Çin’den sağlanmaktadır. Eğer Çin’de salgın Mart ayında kontrol altına alınmasa ve Nisan ayında Çin tekrar üretime başlamasıydı kimyasal hammaddeye ihtiyaç duyan ilaç üretimi gibi birçok hayati sektörde üretim küresel ölçekte durmak zorunda kalacaktı.

Bu nedenle ülkeler ve çok uluslu şirketlerin tedarik zincirlerindeki halkaları çeşitlendirmek adına, Çin ve Uzakdoğu’ya ikame ve ek yeni yatırımları göz önünde bulundurmaları kaçınılmaz olacak. Bu noktada geleneksel olarak üretim altyapısına ve kabiliyetine sahip, jeopolitik olarak iyi konumda ve iyi yetişmiş iş gücüne sahip ülkeler avantajlı olacaktır.

2021 bütçesinde yeni mağazaların açılmasına ve mevcut mağazaların iyileştirilmesi yönelik harcamalar yer alıyor. Gelirlerin korunabilmesi için perakende sektör oyuncularının 2021 ajandasında yer alan bir diğer konu ise ihracatın artmasıdır. Hafta sonu kısıtlamalarının kalkması perakende sektörü için önemli olan hafta sonu satışlarının dengelenmesi açısından çok önemlidir. 2021 yılında maliyet optimizasyonu, verimlilik ve dijitalleşmeye odaklanan şirketler bir yandan da mağazalaşmaya devam ediyor. Mağaza satışlarında yaşanan düşüşe rağmen cadde mağazalarına olan talebin artması ve kiralarda yaşanan fırsatlar nedeniyle perakende sektöründe mağaza sayıları artıyor. Gelirlerin korunması için bir diğer önemli konu ihracatın artırılması. Kur artışlarını fırsata çevirmeye çalışan şirketler, yurtdışı satışlarına yoğunlaşmış durumda. Özellikle yerli üretimde güçlü olan perakendeciler için ihracat rekabet avantajı yaratacaktır.

Tedarik zincirinin tamamının hızlıca yerli üretim ile ikame edilebilmesinin ülkeler açısından önemli bir kabiliyet olduğu ortaya çıktı. Salgın sonrasında devletlerin bu gibi sektörlerde üretim kabiliyetlerini artırmaya ve tamamlamaya yönelik olarak kamu yoluyla veya teşvikler ile yatırımları artırması kaçınılmaz olacaktır. Bu alanlarda kamu ve özel sektör yatırımcılarının beraber hareket etmesi önümüzdeki dönemde faydalı olacaktır.

Değerli Başkanım çok önemli bir STK’nın başındasınız, kendi işiniz yanında sizi birçok başka STK’larda da görüyorum, MÜSİAD’da tazelenme sürecini başlattınız; bize bugün dinleyenlere Abdurrahman Kaan olarak da hangi mesajları vermek istersiniz? Sizce STK’lar neden önemli, iş insanlarımız neden bu organizasyonlarda görev almalılar? 

Bildiğiniz gibi ülke düzeyinde ekonomik ve toplumsal kalkınmanın gerçekleşmesi, öncelikle bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesine ya da en aza indirilmesine bağlıdır. Bu da ancak yerel ve bölgesel kalkınmayla gerçekleştirilebilmektedir.

Günümüzde yerel ve bölgesel kalkınmanın sağlanmasında sivil toplum kuruluşları önemli rol oynuyor. Çünkü STK’lar, sahip oldukları avantajları, faaliyet gösterdikleri alanın yerel ve bölgesel düzeyde kalkınmasında kullanarak, ulusal ve toplumsal kalkınmayı sağlayabilecek nitelikte işlevlere sahiptir. Dünyanın en yaygın ve etkin STK’sı ve güçlü bir sermaye platformu olarak MÜSİAD’a da bu noktada büyük görev düşüyor. 

Sorumluluğumuzun farkında olarak, bir yandan dünyanın her yerinde faaliyet alanlarımızı genişletiyor, diğer yandan ülkemizde güçlü bir ağ örerek her şehrimize ulaşıyoruz. Genelin yanında, yerel sorunları da tespit ederek çözüm önerileri geliştiriyoruz. MÜSİAD, geniş teşkilat ağı sayesinde mikro verilere doğrudan ulaşıyor. Bölgesel ve bütüncül kalkınmada, mikro ve makro verilerin birlikte elde edilebilmesi büyük bir avantajdır. Biz, mikro bilgiyi tabandan doğrudan alarak işleyebilen tek STK’yız; farkımız bu noktada. 

Dolayısıyla STK’lar bu denli önemli işleve sahipken, ülkesinin geleceğini önemseyen, bu gelecekte payı olması gerektiğine inanan her iş insanının, STK’lar bünyesinde görev almasını önemli buluyorum.

Pandemi ile sermaye, mal ve insan hareketliliği neredeyse durma noktasına geldiğinde ülkeler “kendi kendine yetebilme” çerçevesinde ekonomik planlamalarını revize etmeye başladılar. Bu noktadan itibaren saldırgan ve belli ülkelerde kümelenmiş küresel ekonomik sistem, yerini yavaş yavaş üniter yapılara ve yeni üretim üslerine bıraktı. Ancak bu kez devlet etkisinin çok daha fazla hissedileceği ulus ekonomilerinin varlığı esas olacaktır. İşte bu noktada artık yerli ve milli sermaye ve sanayileşme politikalarımız, bizi 2023 ve sonrası hedeflere taşıyacak yegâne eksendir. Pandemi aslında Türkiye’nin, Dünya ekonomi atlasındaki önemini ziyadesiyle artırmıştır. Bu fırsatın derhal ve en etkin şekilde değerlendirilmesi gerekir.

Biz, bir ada ülkesi değiliz. Sınır ya da eksen alanında çok sayıda komşu ülke ile sarılmış bir ülkeyiz. Hele bir de bu duruma Ege, Karadeniz ve Akdeniz gibi oldukça stratejik ve mavi vatan adına korunması elzem karasuları da eklendiğinde, gerek siyasi gerekse askeri diplomasinin çok ince bir hattan geçtiğini görmekte ve yaşamaktayız.

Bu kadar komşu ile çevrili bir ülke evet; siyaseten diplomatik ve askeri koşullar karşısında her an tetikte olmakla beraber iktisadi ve ticari anlamda da şanslıdır. Çünkü her komşu yeni bir bağ, yeni bir ilişki yeni bir ticari müttefikliktir. İşte burada bizim gibi sermaye örgütlerine önemli görevler düşmektedir. Çünkü devletler birbirleriyle kişisel değil çıkarlar dairesinde ilişki kurarlar. Aynı durum ticari hayatta da geçerlidir. Bizim gibi geniş alana yayılmış Sivil Toplum Kuruluşları devletin demirden eline geçirilmiş kadife bir eldiven gibidir. Gerilen ilişkileri, geri planda iktisadi diplomasi kanalıyla ticaret ve yatırım ağları kurarak yeniden inşa edebilir ve hatta düzeltebilirler. Biz de gerek ticari diplomasi ağımız gerekse ekonomik istihbaratı önceleyen raporlama sistemimizle ticari komşulukları sınırlar ötesine taşımaktayız. 

Türkiye rekabet gücünü artırmada sizce en önemli yatırımı önümüzdeki dönemde nereye yapılmalıdır?

Ülke olarak üretim kabiliyetleri açısından yeterli birikime, altyapıya ve ayrıca yetişmiş genç bir iş gücüne sahibiz. Lojistik açıdan da bölgesel bir merkez olmaya adayız. Ancak son on yılda Türkiye’nin dünyadaki doğrudan yatırım akımlarından aldığı pay yarı yarıya düştü. Benzer şekilde birleşme ve satın alma aktivitesinde önemli bir yavaşlama söz konusu; toplam birleşme ve satın alma aktivitesinin değeri GSYH’nin %1’inden daha az ki bu oran dünya ortalamalarında %4 seviyesindedir. 

Salgın döneminde gözlemimiz, yabancı yatırımcıların ilgisinin özellikle stratejik belli sektörler için tekrar ülkemize yöneldiği yönünde. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde uluslararası yatırımlar açısından bir cazibe merkezi olması için kamu ve özel sektörün beraber çalışarak gerekli reformların hızla hayata geçirilmesi ve Türkiye’nin marka değerini yatırımcılar nezdinde tekrar ön plana çıkarması önem arz etmektedir.

Eylül 2018 tarihinde Anadolu Ajansına bir açıklamada bulundum: “Ülkemizde uzun bir süredir tüketim, üretimden fazladır. Sorunların çözümü, bu olguyu tersine çevirebilmeyle yakından ilişkilidir. Yani “üreterek tüketme” anlayışına geçiş yaparak, başta ekonomik olmak üzere bütün sorunların üstesinden gelmek mümkündür. Ancak üretmeyi başardığımız ölçüde bu yüzyılın yükselen ülkesi olabiliriz. Aksi takdirde,  bugünkü kazanımlarımızı da kaybetmekle yüz yüze kalabiliriz." dedim. Bugün geldiğimiz noktada enflasyon ile mücadele planlarının bu eksen üzerinden yapılacak olması ayrıca umut vericidir. 

Türkiye tedarik ve lojistik hatları üzerinde olma pozisyonunu hala etkin bir şekilde kullanabilmiş değil. Türkiye hala uzman olduğu ve uzun yıllardır dünyada üretici pozisyonunda olduğu sektörlerde marka çıkarabilmiş ya da katma değeri yüksek ürünler pazarlayabilmiş bir ülke değil. Her yerde veririm bu örneği. Basit ancak etkili bir örnektir: Un satmak ile simit satmak arasında hem marka, hem fiyat-getiri hem de ticari geri dönüş açısından farklar vardır. Hâlbuki undan simit yapmak öyle zor bir süreç değildir. Oysa temel hammaddeye katma değer katar. Türkiye’deki üretici hala bu zihniyetten uzak. Ancak yeni açıklanan Ekonomi Reform Paketi’nde Sayın Cumhurbaşkanımızın bilhassa katma değerli üretim ve markalaşma üzerine vurgu yapması doğru bir eksene girdiğimizin kanıtıdır.

Salgın öncesinde de Türkiye pazarında çok önemli bir sektör olan perakende sektörü, salgın sonrasında da önemini büyük ölçüde arttırmıştır. Yalnızca salgının etkisiyle değil, özellikle Türkiye'de gün geçtikçe hızlı şekilde artan hane sayısıyla birlikte perakende sektöründeki ihtiyaçların artacağı gözlemlenmektedir. Gerek bu ihtiyaçların en ekonomik şekilde karşılanması, gerek bu pazarda yabancı yatırımcının da fayda sağlayabilmesi için, diğer alanlarda olduğu gibi teknolojik alt yapının çok önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. 

Bu kapsamda bugüne kadar da büyük öneme sahip olan ancak özellikle salgın sonrasında yerini sağlamlaştıran e-ticaretin gelişmesi de göz önüne alındığında dijital dönüşümle birlikte yazılım, veri tabanı teknolojileri gibi bilgi teknolojisi alanlarında yetişmiş kişilere ve gelişmiş uygulamalara ihtiyaç duyulduğu ve bu gelişmelerin gıda ve perakende sektörüne entegre edilmesinin bu sektörlerde yaratacağı olumlu değişimleri ve gelişmeleri hızlandıracağı ortadadır. Bu sebeple, gerek büyük bir nüfus potansiyeli taşıyan ülkemiz insanlarının ihtiyaçlarının karşılanması, gerekse kapasitenin daha da genişletilerek ihracatta da ilerlemenin sağlanması için yenilikçi ve inovatif adımların atılmasının büyük önem teşkil ettiği bilinciyle hareket etmek gerekmektedir. 

Bu çalışmaya “Şehirleri Özgün Değerleriyle Kalkındırma” adını verdik. Yani dünya muadilleri ile kıyaslayarak kendi varlıklarını değerleme kriterleri belirleme ve şehir eşleştirme. İşte bu noktada kıyas kriterlerinden en önemli olanı o şehrin sahip olduğu firma gücüdür. Doğru bir sanayileştirme politikası belirlemek aslında, şehir ekonomileri oluşturmak için bu ekonomiyi ayakta tutacak gelecek vadeden firmaları bulmak, desteklemek, ölçeklerini büyütmek, sermaye güçlerini artırmak ve yerli-milli üretim hamlesini hem şehirleri markalaştırmak hem de firmaları güçlendirmek şeklinde yapmaktan geçer. Ben buna Sanayileştirmenin icrası için şehir ekonomilerini çalıştırmak diyorum.

Bu türden yaklaşımların en canlı örneği Almanya’dır. Alman ekonomisi tıpkı bizim gibi KOBİ ağırlıklı ve bölgesel üstünlüklerin en iyi şekilde değerlendirilerek yatırıma dönüştürülmesi üzerine kuruludur. Almanya bilhassa içeri doğru doğrudan yatırım atağını Almanya’yı bir yatırım pazarına dönüştürme stratejisi ile Ajans sistemi üzerinden kurguladı. 1950’lerin sonunda başlayan bu zihniyet nihayet 2007 yılında tüm organları ile örgütlenmesini tamamladı ve bir yatırım ticaret ajansı sistemine dönüştü. Elde edilen rakamlar yani Almanya’nın bu sistem ile OECD ülkeleri içinde ciddi bir oranda yatırımı çekmesine vesile oldu. 

Sonuç olarak, hızla artan teknolojik gelişmeler ışığında dünya ekonomisinin son yıllarda yaşadığı değişimin Covid-19 salgınının beklenmedik etkileri ile hız kazandığı tartışmasızdır. Söz konusu değişime uyum sağlamak ve Türkiye ekonomisinin bu değişimden kârlı çıkmasını sağlamak ise ekonomik parametrelerin en iyi şekilde değerlendirilmesine; yapılacak yatırımlar ve istihdam potansiyelinin doğru yöne kanalize edilmesine bağlıdır. 

Pandemi bize öyle kavramları hatırlattı ki bunlar geleceğin şekilleneceği yeni güç unsurları oldu: Gıda ve tarım güvenliği, yenilenebilir enerji ve enerji yatırımları, lojistikte yeni hatlar, birleşme ve devralmalar, ekonomi güvenliği, sigorta ve ressürans, akıllı şehirler, yurt dışı alt ve üst yapı yatırımları, üretim üsleri ve yerleşkeleri, ilaç hammadde üretimi, teknik tekstil ve daha sayamadığım pek çok alan literatüre yeni eklendi. Bilhassa Türev enerji kaynakları ve maden yatırımlarının stratejik önemi, yeşil mutabakat konusunda bu alanda oluşacak yeni finansal sistem ve yatırım araçları, daha önce karşılaşmadığımız ama bir an evvel haberdar olup hazırlanacağımız yeni gündemlerdir. Bu kavramlar daha salgın ya da onun sonrasındaki dönüşüm ortada yokken bizim tazelenme sürecinde birer komite ismimizdi. O dönem bu kavramları kimse bilmez ve dile getiremezken biz stratejik amaç yapıp komiteler kurduk. O dönem bu komitelerin anlamları henüz anlaşılmazken şimdi hem ulusal hem de küresel anlamda birer strateji unsuru haline gelmesi elbette bizlerin ilerici bakış açımızın ve vizyonumuzun gereğidir. 

Bu kapsamda, gerek yerli gerekse yabancı yatırımcılar tarafından her bir sektör bazında yaşanan gelişmeler değerlendirilmeli, özellikle teknolojik yenilikler takip edilmek suretiyle yeni döneme uyum sağlanmalıdır.